Adalı Olmak

Adalı Olmak

 Dr. Nejat Tarakçı

Deniz Tarihçisi

ntarakci@gmail.com

 

Giriş

Bilmem hiç adada yaşadınız mı? Adalı olmak, insana has özelliklerin yaşanan ortam ile sürekli rekabette olduğu bir kavramı ifade eder. Bu bağlamda ada sürekli mücadele anlamına gelir. Denizle veya suyla çevrili olma gerçeği, beynimizi de ister istemez sınırlar. Her şeyimizin sınırlı olduğu algısı, bizi istediğimiz zaman dışarı çıkamayacağımız bir çemberin içinde hissetmememize neden olur. Ada ne kadar küçük olursa, sınırlamaların şiddeti artar büyüdükçe azalır. Hatta Kıbrıs, Girit, Rodos, Sicilya benzeri büyük adalarda adada yaşadığınızı bile unutabilirsiniz. Zamanla bu sınırlamalara o kadar alışılır ki, güvenlik nedeniyle çıkmak istemezsiniz.

Ada ve Zaman

Adada zaman çok yavaş akar, ağır çekim bir hayat gibidir. Bunu denize borçluyuzdur. Bizi kuşatan deniz, nükleer fizikteki ağır su tesiri yapar. Zamanın hızı denizin kıyısında yavaşlar. Bu nedenle adada yaşam, kendi yolunda alışılmış günlük çabalarla geçer. Ancak bu akışı bozan, düğün dernek, festival gibi olaylar adalıların hafızasından hiç çıkmaz. Çünkü bu rutin dışı olaylar herkesin hayatına birer pembe nokta koyar. Noktaların bazısı büyük bazısı küçük, bazısı tozpembe, bazısı koyu pembedir. Ortak yaşanan güzellikler, çoğu zaman ada ve adalılar için birer hafıza ışığı olur. Dayının düğününden üç ay sonra sen doğmuştun gibi. Bu gibi özgün olaylar aynı zamanda gençlerin birbirlerini görmeleri ve tanışmaları için zemin yaratır. Adada eş seçme konusunda fazla seçenek yoktur. Dışarıdan adaya gelecek gelin ve damat adaylarının da ada yaşamına ne kadar dayanacakları genellikle bahis konusu olur.

Adalı Psikolojisi

Adalılar için yabancılar, ya alıştıkları düzeni ve rahatlarını bozacak potansiyel bozguncu ya da yeni haber ve dedikodular için bulunmaz Hint kumaşı olabilir. Hatta yabancı, ilginç hikâyeler anlatmayı bilen tatlı dilli biri ise kısa zamanda baş tacı edilmesi ve adalı doktorası verilmesi de mümkündür. Yazlık olarak kullanılan adalarda da durum fazla değişmez. Yazlıkçılar da ada ahalisinden sayılmazlar. Diğer yandan adalı olmak özgürlük ve bağımsızlık demektir. Adanın gökyüzü sadece size aittir. Kıyıya gelince adanın gökyüzü biter. Denizin ki başlar. Dışarıdan gelip gidenler ile adanızın havasını paylaşmak istemezsiniz, bir an önce gitmelerini istersiniz. Ada üzerinde size ait bulutlarınızın başka yerlere gitmesini, sizi duygusallaştıran bahar yağmurlarının başka yere yağmasını istemezsiniz. Bütün çiçekler, hayvanlar, tabiat sizindir. Ada demek aynı zamanda özlem demektir. Adanın olanakları ne kadar azsa, özlemleriniz o kadar çoktur. Adadaki her şey çok geniş bir ailenin iş yeri gibidir. Adalılar çok sert oldukları kadar aynı zamanda bir o kadar da duygusal olurlar. Onların her şeyleri yanlarındadır. Adada olmak aynı zamanda insana yoksunluk duygusu verir. O nedenle her ihtiyaçlarını önceden tedarik etmek veya alternatif yaratmak zorundadırlar. Bu özellik onlarda yüksek bir kendine güven duygusu yaratır. Aynı adada olma duygusunun yarattığı ortak enerji, yardımlaşma ve dayanışmayı artırır. Adalılar, adalarını kendilerinden çok severler. Çünkü ada onlar için yaşam fanusu gibidir. Herkesten gözleri gibi sakınırlar. Ada halkı aynı gemide seyahat eden insanlar gibidir. Yaşam için kader birliği yapmak zorundadırlar. Adaya yönelik en küçük bir olumsuzluğun herkesi etkileyeceğini iyi bilirler. Adalı gençlerin en büyük hayali, ada dışında iyi bir iş bulmak ve adadan kurtulmaktır. Ada, gençlerin enerjileri ve hayal dünyaları için çok küçüktür. Yaşlılar içinse adaları, onların vazgeçilmez son duraklarıdır. Adalarda yaşayanlar icatçı olurlar, felsefeci olurlar, şair olurlar, sanatkâr olurlar. Bütün bunlara Ada sebep olur. Adalar hem endemik bitki hem de endemik insan yetiştirirler. Sisam’ın Pisagor ve Epikür’ü, İstanköy’ün Hipokrat’ı, Midilli’nin Thophrast, Alcaeus ve Sappho’su, Sicilya’nın Eukleides ve Gorgias’ı, İzmir ve Sakız’ın Homeros’u, Kıbrıs’ın Zenon’u, Rodos’un Panaitios’u bunlara örnek verilebilir. İstisnasız her adanın ortak tek derdi vardır. Susuzluk. Dere ve çaylara sahip büyük adalarda bu sorun daha azdır. Heybeliada Bahriye mektebinde öğrenci iken ada taşıma suyla dönerdi. Lodos veya arıza nedeniyle su gemisi gelmediğinde banyolar ertelenirdi. Bir avuç suyla tıraş olurduk. Ama antik çağdan bu yana adalarda yağmur suları biriktirilirdi. Hatta Ege bölgesi gibi yazları kurak geçen köylerde de taş sarnıçlar kullanıldığını biliyoruz. Ada insanı aynı zamanda deniz insanı olmak zorundadır. Bunu başarabilen Yunanlılar, Fenikeliler, Portekizliler, İngilizler ve bir dönem İspanyollar denizin nimetlerinden fazlasıyla yararlanmışlardır. Eski adalılar için vazgeçilmez ve zorunlu tek bir meslek vardı. Denizcilik. Bunun iki basit ama çok ama çok kapsamlı iki nedeni vardı. Birincisi ada etrafındaki denizin nimetlerinden faydalanmak, ikincisi de gerektiğinde adadan ayrılabilmek. Şimdilerde teknoloji ve ulaşım kolaylığı adalıları fazlasıyla turistik rehavete sürükledi. Artık denizci olmaya gerek yok. Turizm adalı olmanın birçok yönünü ciddi anlamda törpülemiş durumda.

Ada Ülkeleri

Bir ulusa ait bir adada yaşamanın yanında bazı uluslar, vatanlarının tamamı ada olan ülkelerde yaşarlar. Güney Kore gibi yarımada ülkesi olmasına rağmen kıtayla bağlantısı, Kuzey Kore ve Çin gibi geçilmesi zor engellerle kapalı olan ülkeler de ada ülkesi sayılırlar. İngiltere, İrlanda, Japonya, Filipinler, Endonezya, Küba, Avustralya ada ülkelerinin önde gelenleridir. Bu ülkelerden İngiltere, Japonya ve Avustralya gibi denizci olabilenler refah ve mutluluğu yakalarken diğerleri genellikle geri kalmışlığın ve yoksulluğun pençesinden kurtulamazlar. Ada ülkelerinin halkları da az veya çok küçük adalar gibi ada olmanın sıkıntısını çekerler. Denizleri aşarak istendiği zaman kıtaya gidememe engeli onlarında zihinlerini kurcalar. Bu bağlamda İngiltere –Avrupa arasındaki Manş Tüneli sadece ticari bir proje değildir. Aynı zamanda adalı psikolojisini kırmayı amaçlayan stratejik bir projedir. Ada ülkeleri, halklarının ülkeye olan aidiyet duygusunu sürdürmek için adalara düzenli ve kesiksiz bir ulaşım sistemi kurmak zorundadırlar. Örneğin Yunanistan’ın Anadolu’ya yakın tüm adalarını Atina’ya bağlayan yedi gün yirmi dört saat çalışan gemi seferleri vardır. Ve bunların ücretleri oldukça düşüktür. Bu yapılmadığı takdirde adalılar coğrafyanın onlara sağladığı alternatif olanakları aramak zorunda kalabilirler. Buna rağmen Midilli, Sakız, Meis, Sisam, İstanköy, Simi gibi Anadolu sahillerine yakın adaların halkları Türkiye’nin vizeyi tek taraflı kaldırmasını takiben birçok ihtiyacını Türkiye’den karşılamaktadır. Ada ülkeleri, aynı zamanda adalarının güvenliklerinden de sorumludur. Adalara sahip olmanın en zor yönlerinden biri de budur. Çünkü adalar savunması en zor coğrafyalardır. Dünyanın gerçek anlamda ilk sömürgeci ülkesi olan İngiltere, 1982’de 12 bin kilometre uzaklıktaki Falkland Adalarına Arjantin tarafından yapılan saldırıyı püskürtmüştür. İkisi büyük irili ufaklı 200 civarında adadan oluşan Falkland’da 2,5 milyon insan yaşamaktadır. İngiltere, ada halkının her türlü ihtiyacını karşılamaktadır. 2010 yılında bölgeden petrol çıkarılmaya başlanması, İngiltere için adanın vazgeçilmezliğini de artmıştır. Dünya çapında dağılmış adalara sahip ülkelerin ulaşım kadar önemli bir diğer sorunu da iletişimdir. Şimdilerde uydu haberleşmesi ile bu sorun çözülmüştür. Ancak 18 ve 19. Yüzyıllarda bu çok büyük bir sorundu. İngiltere bu konuda da sömürgeci ülke olmanın gereklerini yerine getirmiştir. Hem yönetimsel ihtiyaçlar, hem de görevlendirilen asker ve sivil görevlilerin Londra ile irtibatını sağlayan işlevsel bir sistem kurmayı başarmıştır. Dünya çapında kurduğu posta sistemi tüm sömürgelerini dolaşarak Avrupa’ya dönüyordu. 1890’da Japonya giden ve dönüşte batan Ertuğrul gemimizin süvarisi Ali Bey, eşine yazdığı mektuplarının çoğunu İngiltere’nin bu posta sistemini kullanarak İstanbul’a göndermiştir.

Türkiye’nin Adaları

Yarımada olmasına rağmen, kara ile yeterince işlek bir irtibatı olmayan yerlerde yaşayan insanlar da adada yaşayanlar gibi aynı davranış ve duygu içinde olabilirler. Bugün topraklarına paha biçilmeyen Bodrum Yarımadası bu duruma en güzel örneklerden biridir. Daha 1950’lerde katırla bile zor ulaşılan, eşeksırtında seyyar kütüphanecilerin dolaştığı, muhtarların köylerden ancak 15 günde bir, bin bir zorlukla Bodrum merkeze ulaştığı zamanlarda Bodrum yarımadası da bir adadan farksızdı. Bodrum bir sürgün yeriydi. Her şey denizden gelirdi. Denizle giderdi. Karadeniz’in kıyı kasabalarının da adadan farkı yoktu. Deniz şartlarının elverdiği durumlarda bakkal motorları ile ihtiyaçlar karşılanırdı. Çünkü bu kasabaların iç bölgelere olan irtibatları 1960’lı yıllara kadar güvenli bir hale getirilememişti. O dönemlerde yöre halklarının, haftada bir uğrayan posta vapurlarından başka seçenekleri yoktu. O da, deniz koşullarına bağlıydı. Motorlar demirlemiş gemiye kadar ulaşabilirse İstanbul’a, Sinop’a, Trabzon’a gitme şansı olabilirdi. Çünkü vapurların ancak bu şehirlerde iskeleye yanaşma imkânı vardı.   Karadeniz halkı da iç bölgelere güvenli yollar yapılana dek tam bir ada hayatı yaşadı. Çünkü Ada gibi kaçmanın zor olduğu ve kaçılsa da etrafta kaçmaya değer bir şeylerin olmadığı bir dünya vardı. Bugün hava alanı ve güzel yolların yapılması ile bölge insanı adalı olma özelliklerini kaybetmiştir. Karadeniz için elbette çok iyi olmuştur. Ancak Bozcaada, Gökçeada ve Marmara Adalıların (Avşa ve diğerleri dâhil) bugünün Türkiye’sinde hala adalı olmanın tüm özelliklerini taşıdıkları söylenebilir. Osmanlı zamanında at gemileri ile ulaşımın sağlandığı bu adalarda bugün düzenli gemi seferi yapılmasına rağmen deniz koşullarının sertliği ulaşımın sürekliği ve güvenini ortadan kaldırmaktadır. Prens Adaları olarak tabir edilen Kınalı, Burgaz Heybeli ve Büyükada ise artık kozmopolit bir yerleşim yeri haline gelmiştir. Ada ve adalı özellikleri kalmamış sayılabilir. Teknoloji bu kadar hızlı gelişmeye devam ederse ne adalar kalacak, ne de adalılar.